Türkiye, AB'ye artık daha az aday bir ülke
Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde gerilediğini belirtti. Yargıya duyulan güvensizliğin yatırımcıları olumsuz etkilediğini vurgulayan Amor, "Mehmet Şimşek, Avrupa'dan yatırım çekmeye çalışıyor ancak kimse çalışanlarının tutuklanma riski olan bir ülkeye yatırım yapmaz" dedi. Brüksel’de "Türkiye ile artık konuşulacak bir şey kalmadı" görüşünün yaygınlaştığını ifade etti.
Avrupa
Parlamentosu'nun (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, T24’e
verdiği röportajda, Türkiye-AB ilişkilerindeki gerilemeye dikkat çekti.
Belediyelere yönelik operasyonlar, kayyum atamaları ve TÜSİAD’a yönelik
soruşturma gibi gelişmeleri eleştiren Amor, Türkiye’nin artık AB
sürecinde daha az aday ülke konumunda olduğunu vurguladı.
Yargıya
olan güvenin zayıfladığını belirten Amor, bunun ekonomik yatırımları da
doğrudan etkilediğini söyledi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek’in, Avrupa’dan yatırım çekmeye çalıştığını ancak mevcut yargı
ortamında bunun zor olduğunu ifade eden Amor, “Kimse çalışanlarının
tutuklanma riski olduğu bir ülkeye yatırım yapmaz” dedi. Brüksel’de,
‘Türkiye ile artık konuşulacak bir şey yok’ görüşü giderek yaygınlaşıyor
diyen Amor, Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde ciddi bir kırılma
yaşandığını dile getirdi.
Amor, özetle şunları söyledi:
Geçen
seneki Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra yeniden Türkiye
raportörü olarak tekrar seçildiniz ve Aralık 2024’te ülkemize ikinci
döneminizin ilk ziyaretini yaptınız. O sırada Türkiye kamuoyu ağırlıklı
olarak Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısını konuşuyordu. Ancak bir yandan
da CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklanmış ve birçok
DEM’li belediyeye kayyum atanmaya başlamıştı. Yeni yılla birlikte
tutuklama ve gözaltı dalgaları genişledi. İş en son TÜSİAD tepe
yönetiminin polis eşliğinde sorguya alınmasına kadar gitti.
Türkiye’deki siyasi iklimi takip ediyor musunuz?
"KAYYUM DEMOKRASİYE DARBEDİR"
Ülkenizde
olan şeyler, takip edilmesi kolay şeyler değil. Bu son tutuklama
dalgası öncesinde de zaten bir kayyum dalgası yaşanıyordu geçen yıldan
beri. Ben zaten bahsettiğiniz ziyarette bu konuda mesajlar vermeye
çalıştım, keza AB de verdi benzer mesajları. “Lütfen bu kayyum sistemine
geri dönmeyin” dedik. Ama maalesef her hafta yeni bir kayyum ataması
haberi alıyoruz. Hatta şu anda biz konuşurken yeni bir belediyeye kayyum
atanmış olabilir. Bir de tabii bazı vakalarda çok tuhaf prosedürler
uygulanıyor. Mesela Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in
tutuklanmasında on yıl öncenin telefon dinlemeleri kanıt olarak sunuldu.
Acaba o dinlemeler mahkeme kararıyla mı yapılmıştı, bunu bile
bilmiyoruz. Bir kişinin on yıl boyunca dinlenmesini mümkün kılan bir
yasal zemin var mı mesela? Bütün bu yanıtı olmayan soruların dikkate
dahi alınmıyor oluşu bugünün Türkiye’si açısından normal bir şey.
Buradaki asıl konu şu; kayyum sitemi demokrasiye bir darbedir. Ben
kayyım sitemini gündeme getirdiğimde Türk yetkililerin yanıtı hep şu
oluyor; “Bu bizim yasalarımızda var.” Hayır yok. “Var” dediğiniz yasa
tamamen kendi anayasanıza aykırıdır. Çünkü siz mahkeme kararı olmadan
bir belediye başkanını görevden alamazsınız. Şu anda Türkiye’de olan
belediye başkanlarının hukuki bir sürecin sonunda mahkeme kararıyla
değil idari kararla görevden alınmasıdır. Bir diğer büyük sorun da
görevden alınan belediye başkanının yerine daima iktidar partisinin
temsilcisinin atanıyor olmasında. Yapılması gereken orada birinci gelmiş
parti hangisiyse onun temsilcisine görev verilmesidir.
“BU GİDİŞLE TÜRKİYE’NİN YARISI TERÖRİZMLE SUÇLANABİLİR”
Bazı
istisnalar oldu, onu hatırlatmam lazım. Mesela Beşiktaş Belediye
Başkanı Rıza Akpolat yolsuzluk iddiasıyla tutuklandı ama yerine AK
Partili biri değil CHP’li bir meclis üyesi geldi. Yani hükümet onun
yerine bir vali ya da kaymakam atama teşebbüsünde bulunmadı. Evet ona
değil ama diğer belediye başkanlarına ‘terör’ ile bağlantılı suçlamalar
getirildi. Bu gidişle Türkiye nüfusunun yarısı terörizmle suçlanabilir.
Türkiye'de olan bitene dair yorumunuz bu mu; Türkiye’nin yarısı terörizmle suçlanabilir? Böyle mi görüyorsunuz?
En
kötü olan ise sizin Türkiye toplumu olarak bütün bunları
normalleştiriyor olmanız. Kamuoyu ve medyanın büyük bölümü bunları
neredeyse normalleştiriyor. Seçilmiş bir belediye başkanının yerine
hükümetin bir yetkilisinin atanmasını normalleştirme noktasına geldiniz.
En garip şeyler bile insanlar tarafından normal karşılanır oldu
Türkiye’de. Bunlar o kadar sık aralıklarla ve o kadar çok kereler oldu
ki toplumun genelinin artık bunları ‘normal’ sanması da bir ölçüde
anlaşılabilir bir şey. Ama toplumun hatırlaması gerekiyor; hukukun
üstünlüğünün olduğu normal bir ülkede böyle şeyler olamaz. Şimdi tabii
kayyım sistemi benim açımdan çok acı verici ama başka çok şey oluyor.
Mesela genç bir kız evde hazırladığı bir ödev yüzünden sorgulanıyor, hem
de terörle bağlantılı suçlardan. “Ödevini neden orada yaptın?” diye
soruluyor. Bütün bunları dışardan izliyoruz. Ülkenizin imajının ne
olduğunu gerçekten hayal edebiliyor musunuz?
“BRÜKSEL’DE ‘ARTIK TÜRKİYE İLE KONUŞULACAK BİR ŞEY YOK’ FİKRİ YAYGIN”
Sizin
dışınızda neredeyse hiçbir yetkili ağızdan Ankara’ya yükümlülüklerini
hatırlatan bir cümle duymuyoruz. Neden buraya gelindi? Brüksel,
Türkiye’yi tamamen gözden çıkardığı için mi?
Öncelikle, ben de
Brüksel’im, Brüksel’de Türkiye ile ilgili ekosistemin bir parçasıyım. Ve
bahsettiğiniz konularda hep yüksek sesle konuştum, konuşuyorum. Ancak
haklısınız, Türkiye bu tür durumlarda geçmişte çektiği dikkati çekmiyor.
Bu da Türkiye’nin artık giderek daha az ‘aday ülke’ olarak
görülmesinden kaynaklanıyor. Türkiye bugün artık bir aday ülkeden çok
üçüncü bir taraf gibi muamele görüyor.
Sizce bugün Türkiye’deki demokrasi ihlallerine ve hukuksuzluklara karşı mücadele neden gerçek manada toplumsallaşamıyor?
Bu
düzeni normalleştirmeleri ve ona teslim olmaları karşılığında onlara
“Evrenin en önemli ülkesinde yaşıyorsunuz. Ve evrenin en önemli
ülkesinde yaşadığınız için insan hakları falan kafaya takmayın, biz
onları hallederiz” gibi bir ‘muzaffer olma’ duygusu öneriliyor. Tabii
böylelikle toplumun sessizliği sağlanıyor. Kimse Osman Kavala’yı,
Selahattin Demirtaş’ı, Ayşe Barım’ı ya da tutuklu gazetecileri
konuşmasın isteniyor. Mesela oyuncu Melisa Sözen’in yıllar önce kurgu
bir dizide oynadığı rolden dolayı sorgulanması tam bir çılgınlık. İşte
bütün bunlar Brüksel’de, “Artık Türkiye ile konuşulacak bir şey yok”
fikrini yayıyor. Belki de hala bu konularda konuşmanın önemli olduğuna
inanan bir tek ben kaldım.
“BUGÜNKÜ DURUMUN EN BÜYÜK KURBANI MEHMET ŞİMŞEK, KREDİBİLİTESİ ZARAR GÖRÜYOR”
Türk
hükümeti demokrasi ve insan hakları konuşmak istemiyor ve AB tarafı da
onların istediğini veriyor çünkü zaten bu hükümetin demokrasi ajandasına
döneceğine dair hiçbir umutları yok. Bu mudur?
Gerçek durum
budur. Benim de son yıllarda endişelendiğim şey tam da bu. Türkiye ‘aday
ülke’ olmaktan her gün daha çok uzaklaşıyor. Biliyorsunuz Doğu Akdeniz
kaynaklı gerilimler düşünce biz Türkiye’ye ‘pozitif ajanda’ önerdik.
Türkiye’den bir yanıt alamadık. Sonra Borell Raporu ile yeniden bir
‘pozitif ajanda’ önerdik. Yine yanıt alamadık. Sonra Dışişleri Bakanı
Hakan Fidan’ı gayriresmi AB dışişleri bakanları toplantısına davet ettik
ki bu Türk tarafının yıllardır bizden istediği şeydi. Bunun
karşılığında Türkiye yine AB ajandasına döndüğüne dair bir sinyal
vermedi. AİHM’in Kavala ve Demirtaş kararlarının uygulanacağı yönünde ya
da gazetecilerin keyfi gerekçelerle tutuklanmayacağı yönünde hiçbir
işaret alamadık. Avrupa Birliği'nin olumlu bir ilişki kurma yönündeki
adımlarına karşın Türk hükümetinden tek bir olumlu hareket yok. Bize
söylenen tek şey “Gümrük Birliği modernizasyonu ve vize serbestisi
istiyoruz.” Yani devamlı AB’den bir şey talep ediliyor ama içerde
yapılması gereken reformlardan ses seda yok. Bu sürecin sonunda
geldiğimiz nokta da işte Türkiye’nin AB açısından sadece bir ‘komşu
ülke’ye dönüşmesi. Ve bu durumun en büyük kurbanının da Mehmet Şimşek
olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle henüz görüşmedim. Birtakım planlamalar
yapıldı ama denk getiremedik. Mehmet Şimşek bazı rasyonel politikalar
uygulamaya çalışıyor. Ama sonuçta Mehmet Şimşek’in kredibilitesi de
TÜSİAD yöneticilerinin sorguya alınmasıyla zarar görüyor. Hem de neden?
İş dünyasından birileri hükümeti eleştiren bir şeyler söylediler diye.
“AVRUPA’DAN KİMSE ÇALIŞANLARININ SORUŞTURMA VE TUTUKLANMA RİSKİ YAŞAYABİLECEĞİ BİR ÜLKEDE YATIRIM YAPMAZ”
O
konuşmalar iş dünyasını, yani Türkiye’nin ticaret ortamını ilgilendiren
konularla da sınırlıydı aslında. Evet. Son derece diplomatik konuşmalar
olsa da bugün gelinen noktada eleştiri ima etmek bile soruşturmaya
neden oluyor. Şimdi böyle bir ortamda Mehmet Şimşek Avrupa ülkelerine
gelip de nasıl “benim ülkeme yatırım yapın” diyecek? Kimse
çalışanlarının soruşturma ve tutuklanma riski taşıdığı bir ülkeye
yatırım yapıp mesela 400 kişi çalıştırmak istemez. Türkiye’deki yargı
ortamına kimse güvenmiyor ve bu Mehmet Şimşek açısından çok büyük bir
sorun.
Yorumlar
Yorum Gönder